SEVGİ'NİN GÜCÜ ADINA!







“Bir zamanlar hiçbir şey yoktu, sadece ve tek Yaratan vardı. Hiçbir zaman nedenini tam olarak bilemeyeceğimiz bir şekilde ve bilemeyeceğimiz bir zamanda, aslında zamanın da olmadığı bir boyutta, bizi yaratan, yalnızlığını sonlandırmak istedi. Belki de, nedenini bilemediğimiz başka şeyleri tecrübe etmek istedi ve bu boyutta, beş duyu ve sezgilerimizle algıladığımız makrokozmosu, evreni yarattı.

 

Bütün bu yaratılışı oluşturan en büyük enerji titreşimi ve gücü “sevgi”ydi. Bütün evren, ‘bilgi’ ve ‘sevgi’ üzerine kurulmuştu. 

Kim bilir Yaratan belki de sevme ve sevilme ihtiyacı hissetti, belki de hiçbir şeyin ihtiyacı içinde değildi; sadece, ‘sevgi’nin yaşanmasını ve tecrübe edilmesini istedi. 

Özünde hepsinin bir olduğu, sayılamayacak derecede çok değişik türde canlı yaratıldı. Hepsi de sevginin başka bir ifadesiydi. 

Bu Güneş Sistemi içerisindeki canlıların belki de en mükemmeli ve ayrıcalıklısı olan insanoğluysa her türlü sorunu, sevinci, üzüntüyü, hastalığı, mutluluğu, mutsuzluğu tecrübe edebileceği özel bir fizyolojiyle yaratılmıştı.

 

İnsanoğlunun üstünlüğü, belki atom bombasından, nötron bombasından, silahlardan çok çok daha güçlü bir şeye sahip olmasındaydı. Bu da, içinde yatan “sevgi”ydi. Ama gerçek ve derin düzeyden bir sevgi, bütün evreni “sevme gücü”ydü. 

Dünya gezegeninde, önceleri mükemmel bir uyum içerisinde yaşayan insanoğlu, giderek doğa yasalarından yavaşça kopmaya, sadece kendi cinsine ve türüne değil, aynı gezegene kendisi gibi misafir olarak gelmiş, diğer canlı türlerine de acılar çektirmeye başladı. Özünden o kadar uzaklaştı ki, huzur ve barışla dolu muhteşem bir doğa içerisinde yaşarken, sevgi özelliklerinden uzaklaşıp, negatif özelliklere yöneldi: savaşlar yaptı, yalan söyledi, kin ve nefret güttü, öldürdü. Teknolojiyi yaratırken, manevi değerlerden uzaklaştı, sevmeyi unuttu. 

 

“Sevgi” kendisini çeşitli zamanlarda, değişik isim ve bedenlerde ifade etmek ihtiyacını hissetti; insanlara, Yaratan’ın bir parçası olduklarını hatırlattı.

 

Zaman zaman pek çok bilge ve seçilmiş kişi, çekilen bu büyük acıları dindirmek için çeşitli yöntemler geliştirdi, deneyimler yaşadı. Derken bir gün insanoğlu, hem cinslerine ve diğer canlılara “sevgi” enerjisiyle yaklaşırsa, unuttuğu mutluluğu ve huzuru yakalayabileceğini anlamaya başladı. Ait olduğu bütünün başka bir parçasını üzdüğünü ve aslında bunun, kendisinin de üzüleceği anlamına geldiğini fark etti.

“Sevgi” o kadar önemli ve muhteşem bir güçtü ki; insanoğlu kendini, tüm canlıları ve Yaratan’ı tekrar sevmeyi denedi. Ve ondan istendiği şekilde, gerçek ve derin bir düzeyden severek, Yaratan’la temas kurmaya ve tekrar muhteşem kaynaktan beslenmeye başladı. Sonra, dünya üzerinde savaşlar, ölümler, açlık tekrar azaldı. “Sevgi” nin gücüyle insanoğlu öyle bir noktaya geldi ki, makrokozmosun bir parçası olduğunu fark etti ve doğa da insanoğlunu tekrar ödüllendirmeye, ona mutluluk, huzur ve barış vermeye başladı. 

Her kalpten çıkan küçük “sevgi” damlacıkları birleşti, ırmak oldu, göl oldu, deniz oldu. Denizler de sonsuz sevgi ve mutluluk okyanusuna dönüştü. Artık damlalar yok; sonsuz mutluluk ve “sevgi” okyanusu vardı.

Her şey başladığı noktaya geri dönmüştü. “*

 

 

HERŞEY SEVGİ VE IŞIKTIR…

 

İnsanoğlu başladığı noktaya doğru sağlam ve derin adımlar ile ilerler iken, henüz gerçek insan varlıklarının var oluşlarını sürdürdüğünden bahsetmemiz yerinde olmaz, öz insan varlıkları henüz doğum sürecini deneyimliyorlar…

 

Yaşam/Hayat;

ölüm-doğum döngüsünde tezahür eden 

kendini hatırlama yolculuğudur.

 

 

19 Ağustos günü Aslan burcunun 26. derecesinde bir Yeniay süreci tezahür ediyor. Yeniay, Merkür gezegeni ile birleşim halinde iken, Mars burcunun kısmi asalet derecesinde konumlanmaktadır. 

Bu nedenle; Mars enerjisinin; hareket/eylem prensibinin hakim olacağı, eş zamanlı olarak atalarımızın enerjisi ile  eterik beden boyutunda buluşacağımız,  bir döngüselliği yaklaşık iki hafta boyunca deneyimleyeceğimiz işaret ediliyor. 

Aşağıda Yeniay sürecinde, gezegenlerin birbirleri ile kurduğu ilişkiyi aktardığım forma bakmaktasınız, ne görüyorsunuz, odağınız ilk olarak nereye doğru yöneliyor? 

Aslan burcu sürecinin 26. derecesinde tezahür eden yeniay enerjisi, gökyüzünde Koç burcu sürecinde ilerleyen Mars ile üçgen açı ilişkisi kurmaktadır. Mars gezegeni ise, Oğlak burcu sürecindeki Satürn ve Pluto gezegenlerinin birleşimine kare açı ilişkisi kurmaktadır. Pallas astreoidi ise Jüpiter gezegeni ile birleşirken Boğa burcu sürecindeki Uranüs ile üçgen açı ilişkisindedir, Yengeç burcu sürecindeki Venüs gezegeni ile Uranüs arasında ise sekstil açı ilişkisi var olmaktadır. 

Yeniay haritasında odağımın yöneldiği en önemli ilişki;  yeniay derecesinin Oğlak burcu sürecindeki Satürn ile 150 derecelik açısı (Quincunx).








 

Doğum haritası canlı bir varlıktır. Hatırladığım kadarı ile çok çok eskiden, haritayı yorumlamaya başlamadan haritadan izin isterdik. Bu zamanda henüz bu bilgiyi aktaran bir astroloji öğretmeni ile karşılaşmadım ancak hatırladığım kadarı ile, canlı birşeye dokunurken izin almalıyız. Harita, bize bizim görmemiz gerektiği kadar bilgiyi sunacak ya da sunmayacaktır. 

 

Şimdi doğum haritasına geri dönelim; Aslan burcu yükseliyor ve Aslan burcu sürecinin Mars kısmi asaletinde, Merkür gezegenin  eşlik ettiği ihtişamlı bir yeniay bizleri sevgi’nin gücü ile selamlıyor!

 






Aslan burcu süreci; yaratıcılık, çocuk(lar), yaşam gücü, cesaret, irade, bilinç, aşk, spiritüellik, deneyimlerini sembolize etmektedir. Fizyolojik bedenimizde ise omurgamızı ve kalbimizi simgelemektedir. 

 

Fizyolojik bedenimiz içerisinde ‘elektromanyetik genliği’ en yoğun olan organımız; kalp’tir. Dış dünyayı ilk algılayan kalp’tir. Kalbin kendine özgü bir zekası ve sistematiği mevcuttur. Kalbimiz, beynimizin kalbe ilettiği bilgi verisinden daha çok, beyine veri akışını sağlamaktadır. Kalbimiz ile görmeye ve duyumsamaya başladığımızda, gerçek doğamız ile bir oluruz. Böylece yaşamın özüne, diğer tüm canlıların refahını önemseyerek, anlayışla, sabırla, merhamet ile dokunmayı hatırlarız . Bir diğerine öz sevgi, öz şefkat ile dokunmanın yolu ise öncelikle kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmemiz gerçekliğinden filizlenir. Tüm canlılar ile kurduğumuz ilişki, kendimiz ile olan ilişkimizin bir yansımasıdır,  Bir başka deyim ile örneğin; bir başka insan varlığı ile deneyimlediğiniz ve “sorun/problem/rahatsızlık” olarak nitelendirmeyi seçtiğiniz süreç deneyimi, o zamanın kalitesinde yeniden su yüzeyine çıkan bir hatıradır, çözümlenmemiş/bitmemiş kendi içsel dinamiklerimizde anlamlandırılmayı bekleyen bir süreçtir. Bir diğeri ile entellektüel zeminde sözel bir bağ kurmak, ‘ilişki’ halinde olmak demek değildir.  İlişki, temas içeren bir iletişim bağı mevcut olduğunda var olabilir. Dolayısı ile kendimizde kabul zeminimize taşıyamadığımız niteliklerimiz oldukça bir diğeri ile sürekli aramızda mesafe (ler) var olur, şimdiki zamanda deneyimlendiği gibi, ne dersiniz?

 

Bilinç, nerede köklenmişse, zemin oluşturmuşsa yaşam adı atfedilen kendini hatırlama yolculuğu; o formda biçim almaktadır. Bilinç üzerinde yapılacak farklı uygulamalar/çalışmalar; yaşamı/hayatı farklı boyutlarda deneyimlememize vesile olur. 

Bilinç;  kalp boyutuna ulaştığında gerçek bir dönüşümden söz edebiliriz. Aslan burcu sürecinde tezahür eden ve Merkür ile birleşen Yeniay ın mesajlarından birisi de: “akıl-öneri-tavsiye vermeden sadece dinleyebilme yeteneğinin ancak kendi özümüze yakın olduğumuzda sergileyebileceğimiz bir tutum olduğu’nu hatırlamamız yönündedir.

 

 

Herşeyi olduğu gibi kabul ettiğimiz an, 

yeni olasılıklar için alan yaratırız. 

Boşluklar oluştururuz. 

Boşluk olmazsa yeniyi nasıl inşa edebiliriz ki?

 

 

 

Bilincin, kalp boyutunda var olması için, omurgamız üzerinde çalışılması elzemdir. Hatırlayalım ki; ruhun titreşimi, omurganın yapısını oluşturur. Tüm hücrelerimizin ve dokularımızın çalışmasını, bedenimizin kendisini iyileştirme becerisini merkezi sinir sistemi kontrol etmektedir. Merkezi sinir sitemimizin evi; omuriliktir Bu bağlamda omurganın sistematik olarak düzenli olarak eyleme davet edilmesi önemlidir. Burada Mars gezegeninin en temelde ‘hareket’ prensibini ifade ettiğini hatırlayalım. 

 

İbranice dinide, ‘Tet’ harfi; Aslan burcunu simgelemektedir. Harfin simgesi; yaşam gücümüzü, özümüzü simgeleyen omurgamızın dördüncü omurunda kök çakramızda uyku halinde olan ‘kundalini’ enerjisini sembolize etmektedir. 

 

İnançlar, bilincin doğasını, bilincin doğası ise eyleme yön tayin eder.

Bu bağlamda; eylemlerdeki değişiklikler, bilincin dönüşümüne ve inançların yeniden yapılandırılmasına alan tuttuğunu hatırlayalım.

 

 

Bizler tekrar olmadan tekrar ettiğimiz eylemleri, alışkanlıklara dönüştürdük ve alışkanlıkların tonunda bilinç yapımız var oldu ve sonrasında bilinç yapımız mutlak gerçeklik gibi eylemler tezahür ettirmeye başladık oysa ki gerçeklik bunun çok ötesindedir. Bilinç boyutunuzun hangi zeminde şekilleneceği/form kazanacağı bizim seçimlerimize bağlıdır.  Tüm yaşam döngülerimizi kendi seçim ipliklerimizin rengi ile bilerek dokuruz, bu sorumluluğu kabul zeminimize taşıdığımızda, dönüşüm sürecine, kapı aralayayabiliriz.

Dönüşüme giden yolda minik değişiklikler tezahür ettiririz.

Hatırlayalım ki; herhangi birşeyi değiştirmek istiyor isek; bunu ancak bilinçdışımızın öğrendiği biçimde gerçekleştirebiliriz ve bilinçdışı Ay enerjisidir dolayısı ile beden = bilinçdışı’dır. 

 

 

“Her sebebin bir sonucu, her sonucun bir sebebi vardır; 

her şey yasaya göre işler; 

Şans, bir kelimeden başka bir şey değildir; 

Yasa şansı tanımaz; birçok nedensellik düzlemi vardır 

ama hiçbir şey Yasa’dan kaçamaz.” 

                                                                               Kybalion

 

 

 








Her değişim adımı, minik ölüm süreçleri deneyimlemektir. Ölüm; yaşamın sonu değildir. Ölüm; yaşamın varoluş sebebidir. Ölmek için doğarız, doğmak için ölürüz. Yaşam; ölüm-doğum döngüsünde kendisini deneyimlemeye açan sonsuzluktur. 

Bu bağlamda; Aslan burcunun ‘spiritüelliği’ ( tüm canlıların ayrılmaz bir bütün halinde birbiri ile bağlantılı olduğu gerçeğini duyumsamak ve bilmek) de sembolize ettiğini göz önünde bulundurarak şunu söyleyebiliriz; kendimizi yaşamın hangi alanında nasıl konumlandırmayı seçtiğimizi net bir biçimde görmek ve en önemlisi; bu seçimin ardındaki nedenlerin bilgisini bilincimizde açmak için oldukça verimli bir yaratıcı süreç deneyimi. Bu süreçte, içimizdeki çocuğun nasıl konuştuğuna dikkatimizi yöneltmek fayda sağlayacaktır. İçimizden haykıran o tiz ses ile yakından ilişki halinde olmak, tekrar tekrar o sesin hatırlatmaya çalıştıklarını dikkati yöneltmekten, merkezlenmekten, topraklanmaktan geçiyor.

 

“Bireyselliğimiz, bizim kişisel nabız ritmimizdir.” 

Stanley Keleman

 

Aslan burcunun karşısında, insanlığa yaşam suyunu sunan , evrensel kardeşliğin burcu Kova bilinci yer alır. Aslan burcunun yönetici gezegeni, tek ışık; Güneş ; yaşamı ve aşkı sunarken; Kova burcunun yönetici gezegeni Satürn ise; yaşamı bilgelikle deneyimlemimize olanak sağlar. 

 

Bu bağlamda; yaşamın özünü deneyimlemek adına ne çok sıcak (Güneş) ne de çok soğuk (Satürn) olmalıyız, her zamanın kalitesinde ölçülü ve ılımlı olarak ılık bir formda var olmayı  seçmeliyiz. (Ay)

 

Yeniay derecesi Satürn gezegeni ile Quincunx (150 derece) açı ilişkisi kuruyor, bu açı kalıbı ‘ölüm’ ile nitelendirilir.  Özge’ce genellikle bu açıyı derin bir ‘psikanaliz’ sürecine benzetiyorum.  Zamanın döngüselliğinde birçok kez ölüyor ve yeniden doğuyoruz. Ölmek, bırakmaktır, bir formu bırakarak başka bir formda deneyime açılmayı seçmektir. Kendimizi ne ile tanımlıyor olduğumuzu, toplumun önünde kendimizi nasıl sınırlandırdığımızı yeniden değerlendirmek için güzel bir zaman süreci işaret ediliyor. Mars gezegeni, Satürn gezegenine kare açı ile ilişki kuruyor; Mars, varoluşun ilk ışığını sembolize eden Koç burcu sürecini ve dönüşümü, konsantre olmuş/yoğunlaşmış enerjiyi sembolize eden Akrep burcu sürecininin yönetici gezegenidir. Zodyak çemberinde Koç burcu, ilk burç bilincidir  varoluşun ilk ışığı, Akrep burcu süreci ise zodyak çemberinin ölüm ile ilişkilendirilen sekinci evinde konumlanır. İlk-son, başlangıç-son; son-başlangıç, son-ilk; bu enerji bağını Mars gezegeni yönetir. Bu bağlamda; Mars’ın daima Satürn ü şifalandırmak üzere eylemde olduğunu söyleyebiliriz. Zamanın döngüselliğini arındırma sürecini, ölüm-doğum döngüsünü gerçekleştirerek ve öz'e yolculukta; enerjiyi tek bir hedefe odaklama süreci Mars gezegeni tarafından gerçekleştirilir. 

 

Bu yeniay süreci, zihinsel derinliklere ilerlemek için oldukça destekli enerji boyutlarının açılımını sağlıyor. Nitekim Venüs gezegeninin yaratıcı zihinsel enerji boyutunu ışıyan, hücre yenilenmesinden sorumlu eş zamanlı olarak kundalini enerjisini harekete geçiren yogayı da sembolize eden Pallas astreoidi babası Zeus / Jüpiter ile birleşerek Uranüs gezegeni ile üçgen açı ilişkisi kuruyor. Uranüs ün dölü olan Venüs de bu ilişkiye insanlığın burcunu simgeleyen Yengeç sürecinden, destek verirken, insanlığın öz sevgiye uyanması adına beden-zihin boyutunda güçlü bir uyanış deneyimlemeye hazır mıyız? 

Düşüncelerimizi şekillendiren öz güç nedir? Yaratıcı öz gücümüzü, ihtiyaçlarımızı duyumsayarak adalet ve bilgelikle tezahür ettirmek için yaşam ile ne kadar uyum ve ahenkle ilerlemeyi seçiyoruz? Sorularının yanıtları özümüzde başlangıçtan itibaren zaten mevcut. Şimdi bu yanıtlar ile bulşabilmemiz adına, beklenmedik bir biçimde desteklendiğimizi, bugüne değin zamanın döngüselliğinde gerçekleştrdiğimiz eylemlerin sonuçları ile yüzleşeceğimiz ,aniden  öz doğamıza ilişkin yanıtlar keşfedebileceğimiz oldukça ihtişamlı bir yeniay süreci diyor ki: ‘Sevgi’nin Gücü Adına!’

 

 

 

 

*Saraç, E. M. (1997). Ayurveda. Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları, Doğan Yayıncılık, İstanbul. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar