EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN?

 


“Zafer; ‘zafer benimdir’ diyebilenindir.
Başarı ise ‘başaracağım’ diye başlayarak sonunda

‘başardım’ diyenindir.”

Mustafa Kemal ATATÜRK


 

 

 






“Işığın savaşçısı kendini tümüyle gevşek bırakarak yaşanmayacağını bilir. Okçudan, okunu istediği uzaklığa fırlatabilmek için yayı gergin tutması gerektiğini öğrenmiştir. Yıldızlardan, yalnızca içlerindeki patlama sayesinde parıldadıklarını öğrenmiştir. Işığın savaşçısı, çitin üzerinden atlamaya hazırlanan bir atın bütün kaslarının gerildiğini görür. 

Ama o asla gerginlik ile huzursuzluğu birbirine karıştırmaz.” *

 

‘Korku’ ve ‘Yorgunluk’ hissiyatları deneyimliyor musunuz? 

 

Korku duygusu, varoluşumuzu destekleyen bir duygudur. Bilmediğimiz, net olarak duyumsayamadığımız ya da zihnimizde sonucunu kendimize göre olumlu olmayan bir biçimde imajine ettiklerimizden korku duyumsarız. 

 

Cümlenin başını tekrar okuyun ,lütfen. Size ‘korku’ hissiyatı deneyimliyor musunuz sualini yönelttim. Hissiyat ile duygu farklı motivasyonları içeren olgulardır. Bir duygu; gelecek-şimdi ve geleceğe ilişkin zihinsel imajların ve yaşanmış deneyimlerin bıraktığı izdir. Oysa ki; hissiyat kalbimizin konuşma lisanıdır ve sadece an’a aittir. Dolayısı ile hissiyat daima öz gerçekliği ışır iken; duyumsadığımız duygu, öz’de var olan temel ihtiyacımızı fark etmemizi tetikleyen bir motivasyondur. 

 

Korku duygusu; öz’e güvenmek adına bir davettir. En çok neye(nelere) yönelik korku duyumsadığınızın bir listesini yapın. Bu liste sizlere,, yaşamın ritminden alıkoyan en temel blokajınız ile yüzleştirir ve eş zamanlı olarak öz olarak en çok gereksiniminiz olan ihtiyacınızı ortaya koyar. 

 



Korku duygusunun kökü; ‘ölüm anksiyetesi’nden beslenir. Ölüm, şimdiki insan zamanında gerçek bir biçimde değerlendirilememektedir. Ölüm, yaşamın akışının bir parçasıdır. Osa ki günümüz insanı, ‘ölüm’ sürecini yaşam döngüsünün karşıtı olarak görüyor. Ölüm, doğum’un ikizidir. Ölüm süreci, saf öz ışığa doğru ilerlemektir. Hayat/Yaşam; ölüm-doğum döngüsünde tezahür eden kendini hatırlama yolculuğudur. Şimdiki zamanın insanı, bu yolculukta bir kısır bir döngü yaratmaktadır; korku duyumsadığımız herşeyden kaçış başlıyor, ve bu kaçış sayesinde yaşamın öz ritmini deneyimlemekten kendi kendimizi alıkoyuyoruz, ve sonuç: ne yapacağını bilemeyen, yönü pusulası olmayan bir gemi misali okyanusta savrulan, nereye çapasını atacağından bir türlü emin olamayan, ve böylelikle yaşam enerjisini anlam olmayan bir biçimde harcamayı seçen bu bağlamda ‘yorgunluk’ deneyimleyerek, kendine dahi ‘tahammül’ edemeyen varlıklara dönüştü, insanoğlu.

 

Bu döngüden özgürleşmek mümkün mü? Tabi ki her an yeni bir doğum anıdır ve bir solukta bu döngüyü dönüştürmek öz gücümüz ile doğru orantılıdır. 

Kendi içselliğimize dönmek, ve bir bir korku duyumsadığımız herşeyi eyleme geçirmek iyi başlangıca işaret ediyor. Nitekim isteseniz de istemeseniz de korku duyumsadığınız herşeyi deneyimlemeden yaşam döngüsünden çıkış yok! 

Bu süreçte omurganız üzerinde bilinçli bir farkındalıkla çalışmanız yararlı, yardımcı ve faydalı olur. Neden omurga? Omurilik; merkezi sinir sisteminin merkezidir. Ve tüm (yaşam döngüleri boyunca deneyimlerin bırakığı  izler) hatıralarımızın izleri sinir sistemimize dolayısı ile ruhun yerleştiği omurgada kayıtlıdır ki; ruhunuzun titreşim frekansı omurganızın formunu oluşturmaktadır. Omurgamız ile biinçli bir farkındalıkla ilgilenmeye başladığımızda, zihninizi daha rahat disipline edebildiğinizi fark edeceksiniz. Çünkü; beden= zihnin form halidir. Bedendeki esneklik, zihine yansır ve böylelikle birçok olasılığın olduğunu fark etmeye başlarsınız bu da öz’e güvenmenizi, mutlak teslimiyetle varoluşun akışı ile bir olmanızı destekler. 

 

Omurganız üzerinde çalışırken ‘nefes’ en kıymetli gözlemciniz olacaktır. Nefesinizin ritmi, yaşamınızın ritminin tezahürüdür. Şimdiki zaman boyutunun insanı, hem kendisini kendisinden hem de kendisini diğer canlılardan kopuk, ayrı gibi duyumsamasının ki bu bir illüzyondur, temel kaynağı nefesinin öz tabiatına uygun bir biçimde alış-verişini gerçekleştirememesidir. Bir zamanın boyutunda, yaşam gücü nefesi epifiz bezi aracılığı ile solumakta idik. Şimdi ise, nefesi ağız ve burun adı verilen organlar aracılığı ile bedende dolaştırmak, insanoğlunun öz tabiatından ayrışmasının yegane sebebidir. Ve ne kadar şaşırtıcı bir tesadüf ki şimdiki zamanın insanı, nefes yolu ile bulaşan ve akciğerleri etkileyen bir hastalık sürecini deneyimliyor. Ve ölümden korku duyumsayanlar, ölümün yeni bir doğum olduğunu hatırlamak üzere form değiştiriyor bir başka deyim ile ölüyorlar. Öz olarak, şimdiki zamanın insanı öz doğasını hatırlamak ve dünyanın ritmine uyum sağlamak adına muazzam bir ışık süreci deneyimliyor. 

 

 

Evet buraya kadar olan kelimeler ile sizlere bugün gökyüzünde olanın, yeryüzüne olan aktarımını psikolog gözlüğüm ile yorumlamaya çalıştım. Bir de ‘kendinizi ne ile tanımladığınıza’ dikkatinizi yöneltmenizin öneminin altını çizeyim.  ‘Ben kimim?’ sorusunu nasıl yanıtlamayı seçiyorsunuz veyahut bir topluluğa girdiğinizde kendinizi nasıl takdim etmeyi tercih ediyorsunuz? 

Lütfen kendinizi tanımladığınız şeylerin de bir listesini yapın. Ve şimdi bu tutunduğunuz tanımların hepsinin yok olduğunu farz edelim, örneğin ‘anneyim, doktorum, erkek kardeşim, profesörüm, apartman görevlisiyim ,vb. “ bir anda hepsi silinse nasıl olur? Bir sabah uyandınız ve bugüne değin maddi alemdeki eylemleriniz sonucu tanımlandığınız veyahut tanımladığınız herşey silinip gitti, evrensel bir bilinç kaybı deneyimleniyor. Geriye kalan ne? Lütfen düşünmeksizin kalbinizin söylediğine kulak verin, geriye kalan ne? 

 

Şimdi buraya kadar anlattıklarımızı gezegenler ile astroloji ve yoga ilimlerinin zeminlerinde aktarmaya çalışalyım.

Mars gezegeni, Satürn gezegeni ile kare açı ilişkisi kuruyor. Kareyi nasıl bilirsiniz? Dört köşesi, dört kenarı vardır ve bu dört kenarın her birinin uzunluğu birbiri ile eşdir. Ne muazzam bir uyum değil mi? Demek ki en yalın hali ile kare açı; iki gezegenin enerjisini uyuma, uzlaşmaya davet eder. 

Dört sayısının sembolize ettiği anlamı da göz önünde bulunduralım: 

**”Peter Deunov şöyle diyor:  dört sayısı bu dünyada düşünce ve duygularımızın elenmesini sağlayan Tanrısal bir prosestir. Dört sayısı, arınmanın sayısıdır, herşeyi temizleyen bir elektir. Arınmanın sayısı olduğu için aynı zamanda acının da sayısıdır; çünkü arınmanın yegane yolu acı çekmektir. Siz acı çektikçe eleğin halkalarından geçtiğinizi görürsünüz. Dört sayısı, saflığın, acının, sınırın sayısıdır: fiziksel planda sınırlamanın sayısıdır”…

 

Deneyimlediğimiz realiteye ne kadar uygun bir özet sunuyor Deunov, değil mi? Buradaki ‘elek’ kelimesini alalım. Var oluşumuzun öz doğasına uygun olmayan herşeyi elemek, kesip atmak ve konsantrasyonu tek bir odağa çapalamak Mars gezegenin bir fonksiyonudur. Bu bağlamda Mars gezegeni ‘sağlıklı bir ben’ in doğumu için savaşan öz kahramanımızdır. 

Satürn gezegeni için bu paragraftan ‘arınma’ kelimesi gözüme ışıyor. Arınma için sınır olmak zorundadır, doğumu düşünelim ana rahminde bir sınır vardır, boyutumuz o sınıra sığamayacak hale geldiğinde Mars doğasının enerjisi eyleme geçer ve bir kas eylemi olan doğum (Mars gezegenin bedende kas sistemini ve kanı sembolize ettiğini brada hatırlamak fayda sağlayacaktır) tezahür eder. Böylelikle rahim sınırları içerisindeki yaşama döngüsünde ölür, beş duyu ile algınabilen dünya daki yeni bir yaşam döngüsüne doğarız. Fizyolojik beden ruhun enerjisini taşıyamadığı an da ruhu özgür bırakır, beden bırakılır ve yeni bir formda bir doğum tezahür eder. Görüldüğü üzere yaşam döngüleri sınırların özünde anlam kazanır. Engel gibi görünen kısıtlamalar, sınırlamalar yaşamın öz tadını duyumsamamız adına var olurlar. 

 

Mars gezegeni, kas sistemini ve kanı sembolize eder. Satürn ise iskelet sistemimizi simgelemektedir. Kaslar hareketi yaratandır, eklemler ona izin verir. Kemikler hareketi sınırları dahilinde ilerletirler ve sinirler ise bu eylemi düzenlerler. İskelet sisteminin yapısı ve desteği olmaksızın kaslar hareket niteliğini yitirerek bir doku yığınına dönüşürlerdi. 

Burada, kalbimizin büyük bir kas olduğunu ayrıca nefes alış-verişini düzenleyen diyafram kasını da hatırlamamız yerinde olur. Kalp, bedene oksijenli kan pompalama işlevini yerine getirir. Bugün bilimsel araştırmalar bizlere, dış dünyayı ilk algılayanın kalp olduğunu göstermekteler,  burada nefes ve kan arasındaki bağı gördüğünüzü umuyorum. Kan; evrensel yaşam enerjisinin/prana’nın/chi’nin; ‘yin’ boyutunu temsil etmektedir. Yin doğası gereği; serin, dişil, merkezde ‘ol’an yönümüzü simgeler ike; ‘yang’ boyutu ise; ılık, eril, yüzeysel ‘yap’an yönümüzü simgeler. 

 ‘Kan’ olgusuna da biraz değinelim. Halk arasında şöyle bir söylem vardır : ‘kan bağı’. Bizi bağlayan nefes bağı gibi kan bağı da mevcuttur. Kan; atalarımızın enerji hafızasıdır. Ve bizleri eylemlerimiz (Mars) ile zamana (Satürn)bağlar. Eylemlerimizi bilinçli bir biçimde tezahür ettirdiğimizde zaman ve mekana olan bağımız arınır ve dönüşmeye başlarız. 

Gördüğünüz üzere Mars ve Satürn bir insan varlığının yaşam döngülerinde kendine/öz’üne uyanabilmesi adına el ele çalışırlar. Özlerinde muazzam bir döngüsel uyum söz konusudur. Mars, Satürn’ü, Satürn ise Mars’ı şifalandırır. 

 

Satürn ve Mars gezegenleri bugün 26. derecenin zemininde uzlaşmaya yöneliyorlar. Özümüzdeki güzelliğe sadece ikilik yaratan bilinç kalıplarından özgürleşebilirsek öz bilgeliği deneyimleyebileceğimizi fısıldıyorlar.  Ne tesadüf ki; Mars gezegenin Koç burcu sürecinde ‘Satürn’ kısmi asaletinde yer alırken; Oğlak burcundaki Satürn gezegeni ise ‘Mars’ gezegenin hüküm sürdüğü derecede yer almasının açtığı bilgiyi duyumsuyor musunuz? 

Son olarak; değerli ***Gahl Eden Sasson ın ‘2020 Astrolojisi, İnanç Sıçraması: Yeni Bir Dünyanın Şafağı’ isimli kitabında kare açılar ile ilgili verdiği öneri çok anlamlı olduğu için burada paylaşmak isterim. Şöyle diyor kendisi: “kareyi 45 dereceye döndürerek elmas oluşturun.” Evet yaşamı bakış açımızı yönelteceğimiz sahayı seçerek farklı algı boyutlarında deneyimlemek her an mümkün. Bildiğiniz üzere elmaslar; yüksek oranda basınca maruz kalmış kömürlerdir. Demek ki; her türlü basınç, sıkışma, engelleme, kısıtlama, özümüzdeki elmasın ışıldaması için ne dersiniz? 

Bir diğer anlamda bakar isek ‘4’ Jüpiter gezegenin, ‘5’ Mars gezegenin sayısal sembolleridir. Jüpiter; ‘merhameti’ de sembolize eder. Bu bağlamda merhametin, öz sevginin, öz anlayışın Dünya da tezahür etmesi adına eyleme (Mars) geçmek bu süreçte kendi öz doğamızı hatırlamamıza fayda sağlayacaktır.

 

Şimdi, ejderhanızı nasıl eğitebileceğine dair bir portre oluştu mu zihninizde? 

Ejderhanı nasıl eğitirsin? 

-Geçmiş in şu an ın bir parçası olduğunu kabul ederek, ve yaşamın öz ritmine teslim olarak çünkü böylelikle ölümün bir son olmadığı yaşamın doğal ritmindeki bir akış olduğu gerçekliğine bir solukta uyanırsın. Bir başka deyim ile;  gerçek başarının,  nefsini yenme zaferi olduğunu görerek, mutluluk okyanusunda bir olduğumuzu hatırladığında.

 

Her Şey 'Bir'dir ve Bir, Her Şeydir.




 

 

*Coelho, P. (2003).Işığın Savaşçısının Elkitabı, sfy.:51, Can Yayınları,İst.

**Aivanhov, O. M. (2019). Geometrik Şekillerin Dili, sfy,:90, Hermes Yayınları, İst. 

***Sasson, E. G. (2019). 2020 Astrolojisi, İnanç Sıçraması: Yeni Bir Dünyanın Şafağı’., Butik Yayıncılık, İst. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar